30 Ağustos 2010 Pazartesi

yürüyün merdiven













İş yerinde 'şimdilik' ezilenler güruhu olarak oradan oraya savruluyoruz. aynı gün içinde Kadıköy'den Eyüp'e oradan Levent'e ardından Sirkeci'ye gidebiliriz mesela... ''Para kazanmak zor olum! '' gibi saçma ve ünlemli cümleler kurmadan önce 'dur yolcu' demek istiyorum okuyana! hatta HUOOP! demek istiyorum. Al sana ünlem!
Neyse Efendim, tüm bu koşuşturma içinde metro, metrobüs altgeçit üstgeçit tramvay falan derken çok fazla yürüyen merdivenle karşılaşıyoruz ve ''ulan çok yoruldum dur şu meediven beni te yukarıya kadaa götürüveesin, zaten beleş! '' diyenlerimiz oluyordur. hadi yukarı çıkmak bir derece anlaşılabilir de aşağı inerken neden biniyorsun o obez işine be yavrum?
mümkün olduğu kadar kullanmamaya çalışıyorum o mereti. takım elbise ve evrak/dilekçe dolu bond çantayla, tıkışık ve ağır ağır yukarı çıkan/aşağı inen yürüyen merdivenin yanından, pıtır pıtır koşturup çıkan beni gören vatandaşların hüzünlü bakışlarına maruz kaldığım oluyor elbette. garip geliyorum onlara. 'vah yavrum' lar.. 'hobaa' lar... bir dahaki sefere ben de normal merdiveni kullanıp böyle atletik görünmeliyim bakışları... 'hahaha kerize bak biz kıçımızı hiç oynatmayarak bir yerden bir yere gidiyoruz bu salak koşturduğu halde bizle aynı gidebiliyor' lar...
Yahu koşturun demiyorum ama yavaş yürüseniz de kullanın şu yürümeyen ama yürünen merdiveni. slogan bile buldum : Yürüyün Merdiven! (başlığı yanlış yazmadım yani... hemen atlamayın )
ŞAHSEN HÂLÂ BACAKLARIM TUTUYORKEN YÜRÜMEYİ TERCİH EDİYORUM

26 Ağustos 2010 Perşembe

kadınım ve tutku





















kadınım önemlidir. tutkumuzda öyle... tutkusuzsa ilişki alışkanlık, boşvermişlik ve biraz da razı gelme durumu oluyor. tutku içimizdeki ateş, heyecan, karın ağrısı gibi birşey. çekiyor onu sana. ya da itiyor ona doğru bilmiyorum. kadınımın iç güzelliği ne kadar önemliyse dış güzelliği de o kadar önemlidir. zeki, esprili, bakımlı, estetik, zarif, güzel ve alımlı olmalıdır. hiç mi kendime sözüm yok? tabii ki ben de onun gösterdiği özeni göstermeliyim. Karşılıklı saygıdan kaynaklanıyor biraz... biraz da tutkunun devam etmesini istediğimizden... bana , tutkunun devamı için dış görünüşe de önem verdiğimden, 'yüzeyselsin' diyebilirsiniz ama ben öyle düşünmüyorum; içimdeki sanatçı estetik ve güzellik düşkünüdür.

24 Ağustos 2010 Salı

gülü soluncaya seni limit x 0+1/x 'e kadar seveceğim
















O doğru olandır. Kuraları değişmez, yorumlanmaz. Fizik kanunları gibi bir gün çürütülemez. O çözülemez olanı çözendir. O estetik içerir. O görmesini bilene güzelliğini gösterir. O ilgi bekler. O hayatın her yerindedir. Eğlencelidir aslında. Sürekli korkuttular bizi onunla ama o, onu sevmemizi istedi hep. Ancak o zaman açacaktı sırlarını bize. O ilgi bekler. O, Tanrı'nın bir yansımasıdır. Biz ona kısaca matematik diyoruz.

yaya geçidi
















Hayat, İstanbul'un yaya geçitlerine benziyor. Hakkın olduğu gibi, doğru olduğu gibi geçmek istersin yaya geçidinden ama sağdan soldan gelen araçlar sana yol vermez. Geçmeye, kendi yolunda gitmeye, hakkın olanı almaya çalışırsın ama önünde iki seçenek vardır artık: ya inat eder başarırsın ya da çarpılırsın. başarırsan herşey güzel... ama başaramadığında ya yara almışındır devam etmeye çalışırsın ya da göçmüşündür artık kısa yoldan karşı kaldırıma!

23 Ağustos 2010 Pazartesi

ey sevgili



















Sen ve ben 'bir' olmadan, ama birlikte yaşayabilmeliyiz.
Birbirimiz için yaşamamalı, ama birbirimiz için ölebilmeliyiz

16 Ağustos 2010 Pazartesi

sandık
















sandığın kadar ahşap,

sandığın kadar kapalı,
sandığın kadar esrarengiz değilim...
içime sefkat koyulmuş benim,
aşk biraz da...
çay kaşığı ile tepeleme olmasa da
silme hüzün de ekle buna.
ütülemişim tek çizgi ve dikkatlice
ve katlayıp koymuşum içime
belli eder içini şeffaf sandığım
hani ırak etmiştim ya cismini bana
işte o günlerdi senden kaçtığımı sandığım,
boşaltmıştım içimi
ne var ne yoksa,
gerekli gereksiz havadan sudan
senle beraber içimdeki herşeyi
görünen tüm ütülenmiş katlanmış hisleri.
yapamadığımı şimdi anladım
olmamış,
cümle içim yola koyulamamış
sandığın kadar kilitli değilim
anahtarım yok benim
asma kilidim de...
sandığın kadar küskün değilim
tek hamleyle açılır kapağım
zorlamanı gerektirecek değilim
ama bazen de,
hiç sanmadığın kadar sandık olabilirim

12 Ağustos 2010 Perşembe

kin ve nefret işlerinin ayrılması

















hayatta ıssız sokaklar var

ve olmuyor bazen kimse başucunda

tutmuyor kimse elini
kimse sarmıyor belini
ıssız denemezdi ya
olsa biri zaten yanıbaşında
doldurmak istiyorsun boş avcunu

sıkıyorsun yumruğunu

kendi elimi tutayım bari der gibi

ama dolmuyor ellerin gözlerin kadar
nerdesiniz izzet abideleri
?
başını kuma gömen
devasa kuş suretleri ?
arz-ı endam eder neden sonra

riyakar randevu numuleri
?
iki çift kelamdan aciz
münasebet ikameleri ?
sarf-ı sözüm yok size

sukutum altın misali

içimden geçer içim

deli kelimeler girdi aklıma

şöyle bir baktım da hepsine

kin kelimesi yok içlerinde

ama ben aralarından

layık olduğunuz gibi
nefreti seçtim size

10 Ağustos 2010 Salı

kim bilir nerde
















uyuya kaldığım mekanlardan sorun beni
eve dönmeye yeğlediğim ahşap tabureden mesela
tanımadığım sesler arasında bir rüya bu:
içim dışım bulanık şaraba
saldal mıyım sal mıyım?..
kapkara etraf karaya koyun beni
bir fön çekin hareli fırtınaya
derya gibi sallanıyor yüreğim
dalga kırın taş duvarlarla
araftan alın kumsala atın beni
karaftan akan seslere boğun beni
sallanmasın artık ufuktaki çizgi
ben beni bulamıyorum etrafta
etraflıca bakın boğulmamışımdır belki
rastlarsanız tutun elimi götürün beni
tamam istemiyorum...
bırakın küreklerimi...